Şimdiye kadar kalıplayan anababadan, korku kültüründen bahsettik, şimdi de geliştiren anababa nasıl davranır, ne düşünür; bunları paylaşalım.
“Kendi özünü mutlu etmeyi beceremeyen insanlardan mutlu bir toplum oluşmaz.”
S.324 diyor Doğan Cüceloğlu Korku Kültürü kitabında. Kendini mutlu etmeyi becerebilen insanlar yetiştirmek için geliştiren anababa olmak gerekiyor. İşte geliştiren anababanın özellikleri, çocuğa yaklaşımları.
Geliştiren anababa çocuğun muhteşem bir potansiyel, kendine özgü biricikliği içinde doğmuş bir insan olduğunun bilincindedir. Bu insan biricikliği içinde nasıl gelişebilir, olabileceğinin en iyisi nasıl olabilir, nasıl mutlu bir yaşam sürebilir, bu amaçlara yönelik çaba gösterirler. Çünkü bir insan, yaratıcı, üretici, paylaşımcı olan özünü gerçekleştirdiği zaman mutlu olur. Böylece onun yaşamı anlamlı ve coşkulu olur. S. 202
- Geliştiren anababa çocuğun muhteşem bir donanıma sahip olduğunun bilincindedir ve bu donanıma saygıları vardır. Çocuğun dünyayı keşfetme isteğinin, yani onun getirdiği ‘yazılımın’, ayrıca hem toplumsal hem de bireysel can gereksinmelerinin de farkındadır. Çocuk yetiştirirken dikkat edilmesi gereken temel konu, çocuğun canını, onun yaşamının etkin bir parçası halinde tutmaya özen göstermektir. S.205
- Geliştiren aile, kendi ailelerine yön veren temel değerleri hem yaşar, hem de çocuğun yaşanan bu değerlerin bir parçası olmasına özen gösterir.
Peki nedir bu değerler?
İşte geliştiren ailenin değerleri:
- Biz bilinci. Biz bilinci, işbirliği, takım ruhu, birlikte iş yapma ve zaman geçirme, yemeği beraber yeme, yardımlaşmayı içerir.
- Gerçeğe saygı. Gerçeğe saygının birinci yansıması, konuşurken verilere, kanıtlara önem vererek konuşmaktır. İkinci yansıması, her insanın kendi gerçeğini olduğu gibi yansıtmasına izin vermektir. Böylece, her insanın anlam verme sistemine, kendi yaşamı hakkında karar vermesine saygı duyulmuş olur.
- Empati ve hakkaniyet. Empati, karşıdakinin gözüyle bakabilmek, onun gözüyle değerlendirmek demektir. Geliştiren ailede bunun uygulanmasına bir örnek, yenen yemekle ilgili olarak çocuğun gözünden bakmaya çalışıp, onu zorlamamak olabilir.
- Yaşam kalitesi. Yaşamın bilgi, varoluş, eylem ve estetik alanlarının tümüne değer verilir. Çocukların yaşamın estetik alanında da gelişmesine önem verilir. Onların sanatla, müzikle, sporla uğraşmaları teşvik edilir. Ayrıca, yaşam alanlarının temizliği, bakımlı ve güzel olması da yaşam kalitesinin bir parçasıdır.
- Kendini geliştirmek. Bu ailede kitap okunur, konferanslara, seminerlere gidilir, sözü sohbeti dinlenen insanlar eve davet edilir, kültürel ve tarihi zenginlikler için geziler organize edilir, felsefe konularına ilgi duyulur ve konuşulur. Çocuk, kendini geliştirmeye önem verildiğini annesinden, babasından, ailedeki diğer insanlardan görür.
- Sorumluluk duygusu. Yaşam, küçük ya da büyük, sürekli olarak yaptığımız seçimlerden oluşur. Ailede herkes bu yaşam felsefesini kabul etmiştir. Yaptığı seçimlerin bilincinde olmak ve bu seçimlerin sonucundan kendini sorumlu tutmak gerçekçi bir insan olmanın gereğidir. S.202-212
Geliştiren anababanın çocuk yetiştirirken dikkat ettiği, çocuğun geliştirmesini istediği beş temel yetkinlik şunlardır: s.213
1) Kendini gerçekçi olarak tanıması ve değerli bir insan olarak görmesi,
2) Yaptığı seçimlerin bilincinde olması ve bu seçimlerden sorumluluk alması,
3) Ortama getirilen iletişim bilinci. İki insanın birbirinin farkına varınca iletişimin başladığının farkında olması, her mesajın üç hedefinin (toplumsal, bireysel, ve kendine verilen mesaj) olduğunu ve her iletişimde kendine verdiği mesajın en önemlisi olduğunu bilmesi,
4) Önceliklerinin bilincinde olmak. Çocuğun herhangi bir durumda nelere öncelik vermesi gerektiğinin bilincinde olması,
5) Maddi gücünün nelere yettiğinin farkında olmak ve bu gücü verimli kullanabilmesi. Bu yetkinliği öğretebilmek için çocuğun parayla olan ilişkisini iyi tanımlamak gerekir. S.213-216
Bu değerleri ve yetkinlikleri oluşturabilmek için geliştiren aile ortamında çocuğun anababası, bu beş temel yetkinlik sürekli akıllarında olarak onunla sohbet içinde iletişim kurarlar.
Bu sohbet, bizim düşündüğümüz gibi, sadece karşılıklı konuşma değil; bu sohbet, iki insanın anlam verme sistemlerini birbirlerini yargılamadan paylaşma süreci. Bir iş yapmak için bilgi paylaşımı gibi amaçlarla konuşmak sohbet değildir. S.247 Sohbet olması için, kişilerin kendi dünyalarını, birbirini yargılamadan paylaşmaları gerekir.
Bir anababanın çocuğuyla sohbet edebilmesi için önce kendi iç dünyasının farkında olmalı, onu anlamalı ve yargılamamalı, kabul etmelidir ki karşısındakine de bunu uygulayabilsin. S.216 “Geliştiren anababa olmak için yalnız bilgili olmak yetmez, aynı zamanda duygusal olarak gelişmiş olgun bir insan olmak da gerekir. S.323
Çünkü, “Gelişebilmek için önkoşul, kişinin önce kendi gerçeğini görebilmesi ve gördüğünün gerçekliğini anlamasıdır. Ancak kişi, bu gerçek zemini üzerinde, geleceğini inşa edebilir.” S.217
Fakat bu çok zor, kişinin kendini olduğu gibi kabul etmesi neden bu kadar zor?
“Çünkü çoğumuz kalıplayan korku kültürü içinde büyüdük. Doğduğumuz andan itibaren birileri sürekli kulağımıza, “Sende bir bozukluk var!” diye fısıldadı.” S.218 demiş Doğan Bey.
“… gerçek şu ki, çocukluğunda mayası korku kültürü olan bir kişi, yetişkin olunca, çocukluğu saygı kültürü içinde oluşmuş biri gibi davranamamaktadır.” S.326
Nasıl fısıldadılar bizde bir bozukluk olduğunu, bakın minicik bir örnek:
Mesela, doğal bebek sesleri çıkaran bir bebeğe, “Şşşşşşşt, şşşşşşşşşşşşşt!” diye diye ısrarla susturmaya çalıştığımızda bile onda istenmeyen yönler olduğu söylenmeye başlıyor. Bebek de ne anlar demeyin? Doğar doğmaz insan ilişkilerinin ne anlama geldiğini anlamasa da, istenip istenmediğini, kabul edilip edilmediğini, yani duygusal içeriği hissediyor. Ve bu onun kendine, ilişkilerine ve yaşamına anlam vermesinin temelini oluşturuyor.
Bu ve bunun gibi bir çok davranışla sürekli eleştirilen ve kendini ifade etmesine izin verilmeyen bir çocuk kendini değersiz, güçsüz ve ezik hissedecektir. Ve daha da acısı, kendini neden böyle hissettiğini bilemeyecektir. Yani, algılama sürecinin farkında değiliz, ama bu sürecin sonucunun farkındayız. S.218-219
Peki, zor da olsa başarıp kendini tanıyan, anlayan ve kabul eden ana/babayı nasıl anlarız?
Kendini anlamış, olduğu gibi kabul etmiş, kendiyle barışık olmalarından kaynaklı olarak sakin, huzurlu, dingin, olgun insanlardır. Diğerlerine kendini kabul ettirme ihtiyaçları yoktur. Onların çevresinde insanlar düşündüklerini söyleyebilirler, kendileri olabilirler. S.216-217 Bu insanlar kendi algılamasından, duygularından dolayı dış dünyayı değil, kendilerini sorumlu tutarlar. S.219 Örneğin olgun bir insan, kendinin öfkelendiği birine başkası öfkelenmediğinde hayretler içinde kalmaz; aynı olaya farklı yaklaşan biriyle konuştuğunun farkına varır, ve merak ediyorsa bu kendininkinden farklı bakış tarzını inceler ve bir şeyler öğrenmeye çalışır. Bu yönden bakınca, her çocuk, anababası için iyi bir öğretmendir. S.220
Sohbetlerle kendi iç dünyasını gözlemleyip anlamasına özen gösterilen çocuk, zaman içinde gönlünün muradını keşfeder ve yaşamını buradan kaynaklanan niyetler üzerine kurmaya başlar. S.248
Geliştiren anababa, çocuklarıyla her konuşmasında onun toplumun gereksinmelerinin farkında olmasının yanı sıra, onun ait olma-birey olma dengesi içinde seçim yapmasına da dikkat eder. Her bir durumda çocuğa, ait olma-birey olma dengesi içinde,
“Sen bizim için önemlisin”,
“Sende bir bozukluk yok, sen doğal bir insansın”,
“Sen bizim için yeri doldurulamaz, biriciksin, şu evrende senin yerini alacak başka hiç kimse yok”,
“Sen istersen yapabilirsin, senin yapabileceğine güveniyoruz”,
“Biz anababa olarak, senin olabileceğin en iyisi olmana emek vermeye, olanak yaratmaya kendimizi adadık, çünkü seni seviyoruz ve mutlu olmanı istiyoruz” mesajını verirler. S.222
Ne kadar güzel değil mi? Kendini tanıyor, gönlünün ne istediğini biliyor, kendini geliştiriyor, harekete geçiyor, kabul ediliyor, değer veriliyor ve çok seviliyor.
Hepimiz çocuklarımızı çok seviyoruz değil mi? Peki bunu onlara hiç söyledik mi, bu sevgimizi davranışlarımızla da gösterdik mi acaba? O da onu sevdiğimizi biliyor mu?
Kaynak: Doğan Cüceloğlu, Korku Kültürü Remzi Kitabevi Mart, 2008