Çocuklara olan yaklaşımımızın, sunulan eğitim ortamlarının, insan doğasını doğuştan “kötü”, ya da doğuştan “iyi” kabul eden iki yaklaşıma göre şekillendiğinden bahsediyor Doğan Bey. İlk kabul “Çocuk doğuştan kötüdür, değiştirilmelidir.” felsefesini, ikinci kabul ise ” Çocuk doğuştan iyidir geliştirilmelidir.” felsefesini doğuruyor.
Çocuğu değiştirmeye çalışan felsefede ne yapılması gerektiğine ve neyin doğru olduğuna otoriteler, güçlüler karar veriyor. Bu güçlüler sınıf için öğretmen, okul için müdür, iş yerinde patron, müdür, ailede aile büyükleri,… Niyet, çocuğu daha önceden belirlenmiş kalıplara sokmak ki topluma, yaşama uyumlu biri olarak yetişsin. Fakat bunu yaparken çocuğun canı, özü değil, davranışları, görünümü dikkate alınıyor. Böylece çocuk kötülüklerden kurtarılacak, işe yarar iyi bir insan olacak. Çocuk da kendinden güçlünün seçimini kabul etmek zorunda, seçme hakkı yok. İtaat etmezse ibreti alem için cezalandırılıyor. Bu yüzden “korku” temel duygu.
“Kalıplamada otoritenin beklentisi önemlidir; otorite kalıbı seçer, kimin, nasıl, ne zaman, ne kadar, ne tür bilgi ve eylemle kalıplanacağına ve nasıl bir sonuç alınacağına önceden karar verir. Kişinin kendisi, fabrikaya girmiş hammadde gibidir.” diye bir tespitte bulunmuş Doğan Bey. s. 160-164
“Kalıplayan korku kültüründe standart bir insan” yoktur, “güçlü insan” ve “güçsüz insan” vardır. Ve bu kültürde güçlü-güçsüz, el ile eldiven ilişkisi gibi birbiriyle çok uyumludur.” S.207
İşte bu ilişkideki güçlü güçsüz konumdaki insanların durumları:
Güçsüz ve güçlü insan değerleri ve düşüncelerinden bazıları şöyledir:
Güçsüz İnsan Değerleri, Düşünceleri
|
Güçlü İnsan Değerleri, Düşünceleri
|
Yukarıdaki, itaat beklentisi karşısında ilişki ancak bu hali almalı ki o fabrika-hammadde ilişkisi de yürüyebilsin.
“… İnsanın bir toplumsal yönü var, bir de iç dünyası, psikolojik yönü. Korku kültürü insanın toplumsal yönüyle, yani yüzüyle ilgilenir, onu kalıplara sokma sürecine ‘eğitim’ der. Geliştiren yaklaşımda ise bireyin iç dünyası, onun canı önemlidir; geliştirilecek olan candır.” s. 164
Çocuğu geliştirmeye çalışan felsefede amaç zaten iyi olan potansiyelini geliştirip çocuğun güçlü, anlamlı, coşkulu bir yaşamı olması.
Peki hangi duygular baskın şekilde barınıyor bu kültürlerde?
Kalıplayan korku kültüründe ne yazık ki sevgi yok. “Sevgi, insanın olabileceğinin en iyisi olarak mutlu olmaya kendini adamasıdır.” Sevmek, sevdiğinin kendi tercihleriyle mutlu olmasını istemeken geçiyor. İnsan mutluluğunun önemli bir koşulu ise, gönlünün muradını keşfederek, kendi istediği alanda gelişerek bir şeyler yapmak, istediği alanda başarılı adımlar atmaktan geçiyor. Korku kültürü, kişiyi otoritenin tercihlerine göre şekillendirmeye çalıştığı için bu sistemde ne yazık ki sevgi yer bulamıyor.
Geliştiren kültürde ise sevgi var, fakat sadece sevgi değil, bir ön koşul olarak saygı da var. Çünkü çocuğun kim olduğuna, seçimlerine, isteklerine saygı gösterilmezse; sadece “sevgi” anlamsız kalıyor. Kendi seçimleriyle mutlu olmasını istemenin ön şartı bu seçimlere saygı göstermekten geçiyor. Bu yüzden “geliştiren saygı kültürü” diye adlandırıyor Doğan Bey.
Birinci yaklaşım içinden geçtiğim eğitim sistemini, hiyerarşik düzeni hatırlattı bana. Ne yazık ki benim şahit olduğum, çoğunlukla uygulanan sistem bu. Fakat içinden geçtiğim bu yaklaşımın beni doğuştan “kötü” kabul etmesi ne acı. Amaç çocuğu kötülüklerden kurtarıp iyi bir insan olmasını sağlamak. Üzücü olan bir başka nokta ise bunu yaparken “iyi niyetli” olmak. Üstelik benim düzelmem için gerekli olan “iyi”leri de benim gibi başkaları belirliyor. Hangi sıfat, hangi uzmanlık, hangi hakla? Büyük bir olumsuzluk var burada, kabulden, korku hakim işleyişe kadar hep olumsuzluk. “fabrikaya giren hammadde”; demek insana bakış bu. Bu durum bana Pink Floyd’un The Wall şarkısını ve klip görüntülerini hatırlatıyor. Sonuçta duvardaki binlerce tuğladan biri miyiz yani?
Kaynak: Doğan Cüceloğlu, Korku Kültürü Remzi Kitabevi Mart, 2008
“Siz doğuştan iyi misiniz?” için bir yorum